I AM NOT AN EASY MAN
Bugün Netflix’te, Eleonore Pourriat’ın yönettiği Fransız yapımı bir film izledim. Adı dilimize ‘Ben senin bildiğin erkeklerden değilim’ diye geçmiş.

Erkek ayrıcalıklarını işlemesine, kadın bir yönetmene ve çok sevdiğim oyuncu Marie-Sophie Ferdane’nin başrolde oynamasına karşın, bu film bir türlü içime sinmedi. Aslında konusu iyi seçilmişti. “Erkek ayrıcalıklarını ele almışlar, daha ne olsun?” dedim kendi kendime. Kadınlar üzerindeki etkilerini de örneklerle işlemişlerdi ve bunu yaparken kadın ve erkek rolleri tamamen yer değiştirmiş, bu şekilde kıyaslamayı doğru hedefe odaklamışlardı. Çünkü kadın haklarını destekleyen en ileri görüşlü erkekler bile söz konusu kıyas olunca, yanlış hedefler seçiyor, kendilerini kadınlarla değil, ezici erk zihniyetindeki hemcinsleriyle kıyaslıyorlardı. O zaman da kısırdöngüye giriyor, kendilerini kadınlara şiddet uygulamayan, onları küçültmeyen, onlara zorla sahip olmaya çalışmayan biri olarak, kısacası, olmadıkları ve yapmadıkları şeylerle değerlendiriyor, dahası, bunu marifet sayıyorlar. Oysa işin doğrusu kendilerini tasvip etmedikleri hemcinsleriyle değil, kadınlarla kıyaslamalarıdır.
İzlediğim film bunu bir bakıma vermiş. Ne ki bunu yaparken eril eğilimleri bu kez tümden kadınlara yüklemiş. Sonlarına doğru Foucault’un “Bu bir pipo değil” noktasına varan film beni tanımlaması zor bir şekilde rahatsız etti. İşlediği konu iyi, bolca da örnek verilmiş, o halde neden içime sindiremedim sorusuyla karşı karşıya geldim. Sanırım seçtikleri örnekleri biraz klişe bulmuş olabilirim. Başlangıçta bir tek adamı tanıyoruz ve o başını bir direğe çarpıp ansızın kadınların egemen oldukları bir boyuta geçiyor, buna karşın sonunda o boyutta edindiği sevgilisiyle başları birbirine çarpıyor ve bu kez adam tanıdığı, bildiği eril boyuta geri dönerken sevgilisi kendini ilk kez o boyutta buluyor. Kadının şaşkın bakışları paralel evren çağrışımları yapıyor ki bu da içime sinmedi. Konuyu basite indirgemiş, hatta tiye almışlar gibi geldi bana. Ayrıca örneklemeleri biraz sığ, biraz da banal buldum. İçi yeterince doldurulamamış gibiydi. Gelinlik giyen adamlar, adamlara sarkıntılık eden, yumruk atan kadınlar, Hint dizileri izleyen, gözü yaşlı adamlar, takım elbiseli, kravatlı kadınlar, kadın gibi bacaklarını tek yana yatırarak oturan adamlar, böyle sürüp gidiyor. Hollywood komedileri bile daha ustaca sahnelerle doludur. Unutmadan, sanki boy farkı bir cinsiyetçilik sorunuymuş gibi gösterdikleri tüm çiftler de uzun boylu kadınlarla kısa boylu erkeklerden oluşuyor. Ya bu filmin yazarı ve yönetmeni cinsiyetçiliği doğru düzgün kavrayamamış ya da kadınların var olma savaşını hafife almış olmalı. Bence şöyle bir şey yapılmalı, bu tür filmleri, cinsiyetçiliğin kendini o kadar da göstermediği, uygarlaşmış ülkeler değil de bizimki gibi ölüm kalım meselesi durumunda olan ülkeler yapmalı. O zaman çok daha doyurucu örnekler seçilebilirdi.
Şu an bu satırları yazarken yukarıda yaptığım olumsuz yorumlarımdan da rahatsızım. Aslında ne olursa olsun, izlenmesi gerekiyor bu filmin ve de benzerlerinin. Kadınların var olma savaşları pek çok çevrede yanlış anlaşılıyor. Aslında erkeklerden daha üstün olmak ya da onları köleleştirmek için verilmiyor bu savaş, yalnızca onlarla aynı zeminde yürüme hakkı ve özgürlüğü için veriliyor. Bu yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kültürel bir nasır, üstelik kanayan bir nasırdır. O nasırı erkek destekçilerimizle el ele vererek daha kolay söküp atabiliriz.
Erkek sıcaktan rahatsız olduğunda üstündeki tişörtü çıkarıp kenara koyabiliyor. Aynısını kadın yapamıyor çünkü ayıp, çünkü teşhirci ilan edilebilir, çünkü davetiye çıkarttığı sanılır. Bu yüzden kadın, sıcakta mum gibi eriyecek duruma da gelse o lanet tişörtü üzerinden çıkartıp atamaz.
Erkek gecenin ikisinde örneğin, sigarası biterse dışarıya çıkıp en yakındaki akaryakıt istasyonunun marketinden yeni bir paket alabiliyor. Kadın gecenin ikisinde dışarıya çıkamaz çünkü tehlikeli, çünkü başına her şey gelebilir, çünkü ‘aranmaya’ çıktığı sanılır.
Kadın isterse tek başına bara gitsin, bisikletine atlayıp başka bir kenti gezmeye çıksın, bir dere kıyısında kamp yapmaya kalkışsın, bunaldığı bir gece çıkıp mahallesindeki parka gitmeyi denesin. Olmaz, olmaz, olmaz. Kadınsa yapamaz. İşte bu tür engellerini görebilmeleri için erkeklerin, sahip oldukları ayrıcalıkların farkına varması gerekiyor.
Aydın olduğunu düşünen erkekler, kadınlara “Sizi destekliyoruz. Haklarınız için savaşın.” diye ‘akıl vermekle’ yetinmek yerine, biraz seslerini çıkartsalar çok yerinde olur. Çünkü hepimiz biliyoruz; kadına tecavüz eden, kadını döven, kadını itibarsızlaştıran, onu öldüren kesim asla onun feryadına, çağrısına, kısacası sesine kulak vermeyecektir. Buna karşın hemcinslerinin tepkilerine saygı duyabilirler.
Şu içinde bulunduğumuz pandemi süreci, bazılarımızı ressam, bazılarımızı yazar ama çoğumuzu da birer düşünür etme yolunda. Bittiğinde ki günün birinde illa ki bitecektir, bir de bakmışız, ülkede Rönesans devri başlamış. Hadi bakalım, hayırlısı neyse o olsun diyelim.
Herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
Zerrin Oktay
zerrinoktay.bodrum@gmail.com