PANOPTİKON ZİHNİYETİ
ATTİLA TUYGAN YAZDI : PANOPTİKON ZİHNİYETİ
1785 yılında Bentham kardeşlerin sekizgen biçiminde tasarladıkları ve ortasında bir gözetleme kulesinin olduğu bir hapishane projesi vardır: pan/bütün ve optikon/gözlemleme sözcüklerinden türemiş panoptikon yani ‘bütünü gözetleme’. Şimdilerde Amerika’da, bu tasarımın küçük ölçekli örneği bazı cezaevleri var. Ortada gardiyanların hazır bulundukları kuleden bütün hücreler görülüyor. Ama hücrelerden kuledekiler görülmüyor. Burada amaç mahkûmların sürekli izleniyor olduklarını sanmaları.
İşte Foucault gibi, Althusser gibi bazı düşünürlerin, panoptikonu modern güç kavramının temeli olduğunu düşünmelerinin özü budur: yani insanların, izlenmeseler bile izlenebileceklerini düşünmelerinin sonucunda bir tür oto-kontrol mekanizması geliştirip kendilerini devletin istediği yolda denetlemeleri… Böylece devlet istediği otoriteyi sürekli kılmış oluyor. Burada, cami, kilise, vakıf gibi dinsel aygıtlar, tıpkı partiler gibi siyasal; okul, kurs gibi eğitsel ve radyo-tv, gazete gibi iletişimsel aygıtlar, devletin kendini zaman zaman görünür kılmak için başvurduğu ideolojik aygıtlar!
Sonuç? Sonuç, giderek tekleşen, güvensizleşen, birbirlerinden uzaklaşan bireyler olarak gözlenme, kovuşturulma, hatta tutuklanma korkularına gark olma. Dahası, kendimizi güvende hissetmek için yaptığımız her yeni şey güvensizliğimizi daha da pekiştiriyor. Devletin istediği de bu zaten; özgür irade ve özgür düşüncemizi baskılayarak tek-tip bir toplum oluşturmak… Zamanla kendimiz için düşünme, bildiğimiz gibi hareket etme, orijinal tepki ve fikirler üretme içgüdümüzü köreltme.
Mesela Foucault, toplumların hatta bütün dünyanın dev bir panoptikon olduğunu anlatır bize. İktidarların, artık o dev kuleden ibaret olduğunu; bizlerin, vücudunu göremediğimiz ve gözetleyicinin sürekli bizi izlediğine inandığımız bir güç olduğunu anlatır. Toplum, bu gözetleyicinin bizler için yarattığı hücrelerde, birbiriyle iletişim kuramaz şekilde tecrit halde ve yalnızca gözetleneceği korkusuyla yaşıyor der. Böylece, öyle demokrasi filan gibi muzır taleplerde bulunmayan, dolayısıyla tehdit oluşturmayan insanlar. Geçtim sokağa dökülmeyi, örgütlenmeyi, eylem yapmayı filan, mesela bloglarında ya da Twitter ve Facebook hesaplarında, attıkları maillerde izlenme korkusunu yaşayan; bir ileti ya da yorum üzerinde dakikalarca düşünen; birkaç kez silip sansürleyen, hatta toptan silen ya da yazmaktan vazgeçen insanlar. Çünkü bir mekanizmanın bizi izlediğine inanıyoruz. Böylece otoritenin var olabilmesi için ihtiyaç duyduğu gözetlenen ‘ot beyinlilere’ dönüşüyoruz.