ZERRİN OKTAY YAZDI : Bir, iki, üç, dört…
Yollara kim dayandı ki?

Terk eden aşığın ardından gitti, zamanla…
Rüzgâra kim dayandı ki?
Hangi dal kırılmadı gitti zamanla…
Yıllara kim dayandı ki? Hm…
Hiç, geriye ne kaldı, hiç.
Ne acı ne serzeniş. Yine seni özleyiş…

Of of… Hiç… Hm, lalala hm…
Bugün günlerden 30 Haziran 1995. Hava açık, hayat güzel. Ben iyiyim, hayatım son derece güzel. Hayatımdaki her şey tam olarak olması gerektiği gibi; eksiksiz ve kusursuzum. Hay aksi, yine iki sigara birden yakmışım. “Alo, Mola taksi? Evet, Çınar Caddesi, 23 Numara lütfen. Tamam, hemen caddeye çıkıyorum, teşekkürler.” Şu kül tablasındaki sigaralardan biri ben olsaydım, ucun ucun yansaydım. Birlikte tükenen…
Hm, tarara rara…
Severdim seni ben, terk ettin beni sen.
Gittin. Zamanla…
Hiç, geriye ne kaldı, hiç…
Bu anahtarlık çok ağır, en iyisi onu çöpe atmalı. Merdiven… Kapı… Taksi daha gelmemiş… Geç kalacağım… Hadi bakalım, geliyor işte… Geldi. “İyi günler, Taksim lütfen.”

Önce spor, sonra slayt gösterisi… Buluşma saatini unuttum!
Çektir çektir çek, çektir giiit… Çektir çektir çek çektir giit…
“Radyo kanalını değiştirebilir misiniz, rica etsem?”
Ukala herif. Çat diye kapattı radyoyu. Sanki ben ona kapat dedim. Sahi neydi az önceki şarkı? Unutmak ne kolay aslında. Sigaralarım! Yok, söndürmüştüm. Biri zaten kendi kendine… Kül tablasında bir çift sigara bile olamazdık demek ki. Birimiz ucun ucun yanarken, diğerimiz sönüp gidecekmiş.
Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde…
“Teşekkür ederim, üstü kalsın.”
Bir, iki, üç, dört… Bir, iki, üç, dört… Bir, iki… Neden dörtte duruyor ve baştan alıyoruz ki? En iyisi ben devam edeyim. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç… Olmuyor, bu işte bir terslik var. İki yüz yirmi dokuz diyene kadar ritmi kaybedeceğim. Demek hep başa dönmek gerekiyormuş. İleri gitmek sakıncalıymış. Ritim bozuluyormuş. Giderek artmamalıyım hayatta. Hep başa dönmeliyim. Hep yeniden başlamalıyım. Süreklilik büyütüyor bir şeyleri. Ritmi bozuluyor düzenin. Ritim… Düzen… Düzenli olmalı her şey… Bir, iki, üç, dört…
“Pardon, bu saç kurutma makinası çalışmıyor.”

E güzel… Islak saçla slayt gösterisine gidiyorum. Yolda kurur umarım. Hayır, kurumaz. Evet, kurur.
Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde…
Bu değildi… Evden çıkarken söylediğim şarkı kesinlikle bu değildi. Tamam, ben bunadım.
Ne kadar güzel görüntüler bunlar. İşte, benim çektiklerime geldi sıra. Şimdi yine o köyde olmak isterdim. Derede çamaşır yıkamayı öğretmişlerdi. Acaba dönmeseydim, hep orada kalsaydım… İyi ki katıldım şu fotoğrafçıların arasına. Bir sonraki gezi ne zaman acaba? Alkışlıyorlar. Kimi, beni mi? Ha anladım, gösteri bitmiş.
Acele etmeliyim. İletişim fuarı için bilet aldığım iyi oldu. Teknolojideki yeniliklere cahil kalmayacağım artık. Gitmeliyim, daha hızlı gitmeliyim. Şu gençlerin elindeki ne acaba? Broşüre benziyor. Ben de broşür almalıyım! Burada işim bitince eve dönmeden önce bir filme girsem? Hava da karardı. Neyse, gece yarısı olmadan eve varırım nasılsa.
Ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı…
Şu taksici milletinin müzik zevkine hayranım.
Bir daha tek başıma korku filmine gitmesem iyi olur. Benim bugün söylediğim o şarkı nasıldı sahi? İçimde bir his var, sanki uyuyamayacakmışım gibi. En iyisi sıcak bir duş alayım ben hemen. Kitap da okuyabilirim. Şeytani Ayetler! Evet, bu ilginç olabilir. Tam da şeytanlı filmin üstüne iyi gider. Ama ya uykum kaçar da uyuyamazsam? Bu saatten sonra gidebileceğim bir yer de yok. Kitap okumak şu an için iyi bir fikir değil. Vazgeçtim.
Televizyon! Bir 1950 yapımı Amerikan filmi bulayım. Buick marka bir otomobil olsun filmde. Üstü açık olsun. Kocaman, ağaçlı, çiçekli yollar olsun. Yollar boyunca muhteşem evler… Arka bahçesinde barbekü yapılan evler… Her sabah gazeteci çocuk bisikletiyle geçtiği evlerin bahçelerine gazete fırlatsın. Adam büyük bir avukat olsun… Hayır, en iyisi mühendis olsun. Karısı ince belli, saçları bülbülyuvası topuz yapılmış, dudakları kırmızıya boyalı bir ev kadını… Küçük bir kızları olsun, belki bir de bebekleri.
Göz kapaklarım… Galiba uyumak üzereyim. Sana inat, bugünü de seni düşünmeden geçirdim işte. Yemin ederim, bir kez olsun adını bile anmadım. Şu sigara meselesinde, biliyorum, ucundan döndüm ama sonuçta kendimi toparlamayı başardım.
Seni düşündüğümü sanmanı istemiyorum çünkü bugün düşünmedim, yarın da düşünmeyeceğim. Beni hissetmeni istemiyorum. Eğer hissedersen, o zaman benim için bitemezsin. Oysa bitmelisin.
Hep sıfırlamalıyım kendimi. En çok da kalbimi… Düzen bu işte. Asla derinlere dalmamalıyım. Yeni yollar, yeni yaşamlar, hep beni bekliyor. Baştan başlamak bunu gerektiriyor. Bir, iki, üç, dört… Bir, iki, üç, dört…
Zerrin Oktay
zerrinoktay.bodrum@gmail.com