Rüzgârı Dizginleyen Çocuk

2019 yılında yapılan, Chiwetel Ejiofor’un, yazmakla kalmayıp aynı zamanda yönettiği ve başarılı oyuncu Maxwell Simba ile başrolü paylaştığı bu filmi izlemeyen kaldıysa iki saatlerini ayırıp izlemelerini öneririm.

Olay Afrika’da geçiyor ama nedense iki saat boyunca kendi ülkemle kıyaslama yapıp durdum. Kimi zaman yalnızca iyi niyetli olmak, genel olarak ‘iyi’ olmak bile yetmiyor. Filmi izlerken Afrika’nın yolu izi belirsiz, küçücük ama tam anlamıyla feodal bir köyünde yaşayan bir avuç insanla tanıştım. İlerleyen sahnelerde, o köyde kadınların da erkeklerin de eğitim almalarının doğal kabul ediliyor olması dikkatimi çekti. İçimdeki kıyaslayan sesin tizleştiğini duydum: “İşte bu özellik bizde pek olası değil, erkek çocuklarının eğitimine iyi kötü özenseler de kız çocuklarını eve kapatmayı tercih ediyor bizimkiler.” Köyün genç kızları üniversiteye hazırlanıyordu. İç sesim artık çığlık atıyordu, “Bizimkiler, kızlarının yaşına bakmadan, daha vücutları az biraz şekillenmeye başladığında okula göndermek yerine hemen evlendirmeye çalışıyor!” Buna karşın, o köyün insanları da siyasilerin saldırısına maruz kalıyorlardı. Bu bakımdan, tüm üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi orada da tipik kapitalist sömürü düzeni hüküm sürüyordu. Birebir aynı teknikler kullanılıyordu. Bizim ülkemizde de insanları köylerinden sürgün etmek, zaten kıt kanaat yaşayanları mülksüzleştirmek, onlardan birer köle yaratmak için öncelikle ağaçlarını kesip / yakıp ormanlarını yok etmiyorlar mı?
Filmi durdurup kendime bir fincan kahve yaptım. Aldığım ilk yudumla iç sesim sakinleşmeye başladı. İşte buna gerçekten ihtiyacım vardı. Filmi tekrar yürütmeden bir süre öylece kahvemi yudumlayıp karşımdaki donmuş ekranı seyrettim. Kendime birkaç kez, “Ben kentliyim, biz kentli insanların o tür sorunları yok. Biz buğdayımız yetmezse diye korkuya kapılmıyoruz, kredi kartını ödeyemezsek, ev kirasını denkleştiremezsek, çocuğun okul taksiti, taşıt vergisi, sigorta primi gibi sorunlarımız var bizim. Biz kentliyiz; buğdayla işimiz yok, hatta ekmeği bile kendimiz pişirmiyor, marketlerden alıyoruz. Gerçeğin çıplak ve yalın halleriyle uğraşmamız gerekmiyor, onun yerine bankalar, bordrolar, kartlarla uğraşıyoruz ve bu bakımdan o köydeki ve kendi köylerimizdeki insanlardan daha şanslıyız.” İşte tam o noktada boğulduğumu hissettim. Gerçekten şanslı mıyız?
Açlıkla mücadele etmenin yollarını hangi seviyede biliyoruz ki biz? Stokçuluk bile yapsak nereye kadar yapabileceğimiz belli. Özellikle kentlerde yaşayan bizler için böyle bir durum hiç de atlatılabilir gibi görünmüyor. Çoğumuzun bahçeli evi yok ki içine bir kiler, depo filan inşa edelim. Afrika’nın o köyünde insanlar bir yıl yetecek erzaktan söz ediyor. Oysa bizim bir yıllık erzakı saklayabilecek yerimiz bile yok. Olmayan bahçemizdeki kileri bir kenara bırakalım, evlerimiz en geleneksel haliyle iki oda bir salondur; erzak yığacak bir yerimiz yok. Hem ayrıca bir yıllık yiyecek stoku yapmaya çoğumuzun gücü de yok. Umarım ve dilerim bu ülkede o seviyeleri yaşamak zorunda kalmayız çünkü iyi olmak gerçekten de yetmeyebilir.

Biz toplum olarak tembelliğe alıştık. Hakkımızı aramak için sokağa çıkmaya üşeniyoruz. Son yirmi yıldır üstümüze sanki bir rehavet çöktü. Gezi eylemlerini ve ardından patlayan Hendek olaylarını saymıyorum, onlar başka bir makalenin konusudur. Yerimiz sokaklar olmalı ama hepimiz evimizde, ekranların karşısında olmayı ve bir şeylerin kendiliğinden olacağını ummayı tercih ediyoruz. Zihniyet olarak biraz daha geriden gelenler her işi Allah’ın yapacağına inanmayı seçiyor, daha ilerici geçinenlerimizse gençlerin sırtına binmeyi hedefliyor. Açıkçası, biz ihtiyarlar içinde bulunduğumuz koşulların sorumluluğunu asla kabul etmiyor, memleketi kurtarma işini de gençlerden bekliyoruz. Hakkını vermek gerek, içimizde az biraz atılgan olanlar var. Aklı yetenler para denkleştirip Bitcoin’e yatırım yapıyor, ne de olsa taş atıp yorulmayacak, günün birinde Bitcoin onu kendi kendine zengin edecek. Az daha geleneksel olanlar ki aralarında ben de varım, paralarını piyango biletine, altılı ganyana, süper lotoya bağlayıp o mecradan medet umuyor.
Tembeliz tembel. Bunun başka açıklaması yok. O yüzden hâlihazırda bunu yapabiliyorken birer fincan sütlü kahve de siz hazırlayın ve arkanıza yaslanıp şu güzel filmi izleyin.
Zerrin Oktay